Alternatif Rota’nın son rotası ve bu rotanın katediliş şekli öncekilerden oldukça farklı. Yüzücülerin Everest’i olarak tanımlanan Manş Denizi’ni 4 kadın arkadaşın, 4ForBlue’nun 17 saat 52 dakikada bayrak takımı şeklinde yüzerek geçişini anlatıyor.
Yüzmeyi çocukluğumdan beri çok sevdim. Çocukluğum ve ilk gençliğimin her yıl 3 ayı Küçükkuyu’da soğuk Kuzey Ege sularında geçti… İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçebilmek ise böyle bir organizasyon olduğunu öğrendiğim andan itibaren en büyük hayalim oldu…Oğlumun okulundan önce veli olarak tanıdığım, daha sonra ise dost olduğum Sinem Tüzer’in çocukluğunda Tuborg Yüzme İhtisas Kulübün’nde yüzmeye başlayıp hayatı boyunca yüzdüğünü ve boğaz yarışlarında birincilik ve ikincilikleri olduğunu öğrenmem beni heyecanlandırdı.
2013 yılı Ağustos ayında 40 yaş gibi, oldukça geç sayılabilecek bir dönemde açık deniz yüzme antrenörü Emrah Özsevim ile başladığım çalışmalar neticesinde Samsung Kıtalararası Yüzme Yarışlarına katılmaya hak kazandım. Yarış sonrasında Han Batur hocanın çalıştırdığı Han Batur Master Yüzme Takımına katıldım.
20 Temmuz 2014 günü kalbim az sonra boğaza atlayacak olmanın verdiği heyecanla gümbür gümbür atarken 1.800 yüzücüyü Kuruçeşme’den Kanlıca’daki start noktasına taşıyan şehir hatları vapurunda İzmir’li eczacı Seda Kansuk ile tanıştım. Üstümüzde sadece mayo, kafamızda ise bone ve yüzücü gözlükleri, ayağımızda kullan at terliklerle start noktasına varana kadar Manş’ı geçmek üzere kurmak istediği takıma katılmaya söz vermiştim bile… Daha boğaza ayağımı bile sokmamışken Manş hayalleri kurmak tam da bana göre bir işti…
Christopher Brooker’ın “Seven Basic Plots” adlı kitabına göre, insanlık tarihinde ister destan, ister opera, ister kitap, ister film olsun anlatılan her hikayenin kurgusu aslında yedi temadan birine uyuyor. Bu temaların başında da Gılgamış Destanı’ndan Star Wars’a, Hansel ve Gretel’den James Bond’a kadar pek çok örnek verilebilecek “canavarı yenme kalıbı” geliyor. “Canavar” aşılmayı bekleyen güçlükler için de güzel bir metafor. Manş’ı yüzerek geçmek, kendi kişisel canavarımı yenmek… Karşıma çıkacak canavarları alt etmeye psikolojik olarak programlanmış egom için ne müthiş bir deneyim…
Boğaz yarışını başarı ile tamamladıktan sonra birbirimize Facebook’tan ulaştık ve maceramız başladı. Eski veli, yeni yüzme ‘buddy’m Sinem, Manş hayalini kurup takımı oluşturan Seda ve İzmir’li sıcak, neşeli, adı gibi ışık saçan Günışığı Ceren Cansızoğlu ile 4ForBlue ekibi olarak yola çıktık.
Manş’a takım olarak nasıl gidilir? Tekne ve kaptan nasıl bulunur? Kayıtlar nasıl oluyor? Geçiş öncesi alışveriş nasıl olmalı? Tekneye neler gerekiyor? Bunlarla ilgilenenler ayrı bir blog yazısı olarak okuyabilirler: Manş geçişi için (naçizane) bir rehber
Ama dört kadının Manş’ı nasıl 17 saat 52 dakikada yüzerek geçtiğini öğrenmek isteyenler bu yazıyı okumaya devam edebilirler.
6 Temmuz günü İstanbul’dan Londra’ya uçtuk. Oradan da trenle Manş geçişlerinin üssü kıyı kenti Dover’e…
Manş’ı yüzerek geçmek zorluk açısından hep Everest’e tırmanmakla karşılaştırılmış. Zorlukların başında hipotermi, yani vücut ısısının uzun süre soğuğa maruz kalma nedeni ile anormal olarak düşmesi geliyor. (http://dailynews.openwaterswimming.com/2013/04/mount-everest-vs-english-channel-which.html)
Geçişlerin soğuk suda sadece mayo ve bone ile yapılıyor olması, rüzgar, yorgunluk ve vücut yağ oranının düşük olması hipotermi riskini arttırıyor. (http://openwaterpedia.com/index.php?title=Hypothermia)
Hipotermi riski dışında deniz anaları, gece yüzmek gerekebilmesi, yüksek dalga boyları ve yoğun deniz trafiği de Manş’ı yüzerek geçmek isteyenler için önemli olumsuzluk faktörleri.
Dover, İngiltere’nin güneydoğusunda, bir liman kenti. Fransa ile karşı karşıya. Dünyanın deniz trafiği en hareketli gemi hatlarından biri olan Manş kanalının en dar kısmı (34 Km) Dover ve Fransa’da Calais arası. Bu nedenle Dover’in tarih boyunca stratejik bir önemi olmuş. Yüzyıllar boyunca İngiltere’den anakaraya giriş ve çıkış kapısı görevi görmüş Dover. (https://en.wikipedia.org/wiki/Dover )
İngiltere’nin en güney ucundan Fransa’ya bugün feribotla, Eurotunnel ile ya da 1875’te Kaptan Matthew Webb’in başlatmış olduğu gibi yüzerek ulaşabilirsiniz. Şaka bir yana, 2014 yılı istatistiklerine göre Manş Denizi’nde bugüne kadar 1.426 kişi 1.903 solo geçiş, 5.873 kişi 1.183 takım geçişi gerçekleştirmiş. Toplamda tüm yüzücülerin %37,2’si kadın. http://www.dover.uk.com/channelswimming/stats.php
Everest’te gerçekleştirilen zirve sayısının Manş geçişlerinin (3086) iki katından fazla olması Manş’ın zorluk derecesi açısından bir fikir verebilir. Şubat 2014’e ait istatistiklere bakarsak Everest’te Sir Edmund Hillary ve Sherpa Tenzing Norgay’ in 1953 yılındaki zirvelerinden beri toplam 6.871 kez zirve gerçekleştirilmiş.
http://www.alanarnette.com/blog/2014/02/20/everest-numbers-latest-summit-stats/
Manş’ı solo yüzerek geçen ilk Türk Murat Güler (1954), ilk Türk kadını ise Nesrin Olgun (1979) olmuş.
Hava koşulları biz vardığımızda Manş geçişleri için uygun değildi. Kaptana göre uzunca bir süre beklememiz gerekecekti. Bir yandan moralimizi yüksek tutmaya çalışırken, diğer yandan da soğuk suya alışmak için marinada Manş’ı geçmek üzere hazırlık yapan diğer yüzücülerle beraber antrenman yaptık. Her akşam 19:30’da geçişin ne zaman olabileceğini öğrenmek için kendisini aramamızı isteyen kaptanı aradık ve iyi haberi vermesini bekledik. Sonunda, 8 Temmuz akşamı bir ümit ışığı olduğunu söyledi ve ertesi gün kendisini sabahtan aramamızı istedi. 9 Temmuz sabahı ise 9:30’da kaptanımız müjdeli haberi verdi: Öğlen yola çıkıyorduk…
Telefonu kapatır kapatmaz hemen taşıt tutmasını engelleyen tabletlerden bir tane içtim. (Burada ilaç adı önermem tıbbi ve hukuki nedenlerle mümkün değil, ancak böyle bir maceraya atılmayı planlıyorsanız mutlaka doktorunuzla önceden görüşün. Farklı ilaçların bünyenizde yapacağı etki ve yan etkileri önceden gözlemlemek için karada ve mümkünse teknede deneyin). Tekneye bindiğimde doz içinde olmayı hedefliyordum. Deniz tutması hem teknede hem açık denizde yüzerken sorun olabiliyor. Hedefim altı saatte bir ilacı içmeye devam etmekti.
Kızlarla son hazırlıkları tamamladık. Çantaları, erzak kutularını kapattık. Ailelerimize haber verdik. Ve marinaya gidene kadar biraz sakinleşmeye çalıştık.
Taksiyle marinaya vardığımızda geçişimizi denetleyip onaylayacak olan CS&PF’in yetkili gözlemcisi (observer) Robert Knibbs ve Sea Satin (36 feet) adlı bize Manş’ı geçirecek eskort teknemizin kaptanı Lance Oram, yardımcı kaptan Foxy (Sean) ve miço Tom Bean ile tanıştık.
Sponsorumuz TeknoSA da geçiş sırasında teknede bizlerle beraber olacaktı. Çok istemelerine rağmen geçiş tarihimizin belirsizliği nedeniyle bunun mümkün olamamasına rağmen manevi desteklerini her an yanımızda hissettik.
Erzak kutularımızı ve çantalarımızı bize ayrılan kısma yerleştirdikten sonra, teknemiz demir aldı ve geçişimizin başlayacağı Shakespeare’s Beach’e doğru yola çıktık.
Shakespeare’s Beach’te ilk yüzücümüz Seda, kaptanın talimatıyla hazırlanıp denize atladı ve kıyıya yüzdü. Denizden tamamen uzaklaşıp ellerini havaya kaldırdı ve kaptanın sireniyle Manş’ın soğuk sularına atladı.
Seda’yı birinci yüzücü olarak seçme nedenimiz hem hızlı olması hem de Manş hayali için bizleri biraraya getiren kişi olması nedeniyle idi. Seda güçlü yüzüşüyle tekne eşliğinde Fransa’ya doğru yüzmeye başladı.
Bayrak geçişi prensibi şu şekilde oluyor: her yüzücü sırası gelince bir saat yüzüyor ve siren ile sıradaki takım arkadaşıyla yer değiştiriyor ve tekneye çıkıp sıranın tekrar kendisine gelmesini bekliyor.
Birinci Seda’dan sonra diğer hızlı yüzücümüz Sinem suya atladı. Sinem’den sonra Günışığı ve en son olarak ben dördüncü sırada olacak şekilde sıralanmıştık.
Seda yüzüşünü tamamlayıp tekneye çıktığında yüzü bembeyazdı. Günışığı ile beraber, üstüne ‘swimparka’sını geçirdik ve kuru giysilerini giymesine yardım ettik.
Soğukta ıslak mayoyu çıkarmaya çalışmak çok acı verici. Derinize binlerce iğne batıyormuş hissi veriyor. Seda bir ara güvertedeki siyah kovayı göstererek “Sadiye’cim şu kova kusmamız için mi?” diye sordu. “Tabi Sedacım” diyerek kovayı verdim. Başını kovaya gömdü ve uzun süre o şekilde kaldı. Seda tekne tutmasına karşı önceden ilaç içmemeyi tercih etmişti. Hem enerji ihtiyacı açısından hem de hipotermiden korunma için yeterli sıvı alımı ve beslenme gerekli iken Seda’nın tam tersine hastalanması hepimizi endişelendirdi. Öncelikle sağlığı açısından, ancak biraz da bencil bir şekilde geçişi tamamlamamız riske girdiği için ciddi endişe duydum. Kamara havasız olduğundan güvertede kalmak istedi. Uyku tulumlarını hazırladık. Yüzü bembeyaz, zangır zangır titreyek uzandı. Deniz tutmasına karşı bir ilacı ve ayrıca kemoterapi ilaçlarının yol açtığı bulantıyı önleyen kuvvetli bir ilacı verdim. Bulantı ve kusma bir kez başladıktan sonra çok etkili olmayacaklarını biliyordum ama bir ümit işte… Seda’nın durumuna düşme endişesi ile her altı saatte bir tablet içmeyi planlarken dördüncü saatin içinde hemen iki tablet attım ağzıma (maksimum güvenli dozda kalarak).
Ben dördüncü sırada suya atlarken Seda ümitsiz bir şekilde güvertede yatıyordu. Sinyalle birlikte suya atladım.
Diğer arkadaşlarım yüzerken suyun berrak olmadığını, sürekli garip bir takım kahverenkli partiküller içinde yüzdüklerini farketmiştim. Yakın mesafeden partiküller farkedilmeyince çok mutlu oldum. Kafamı gömüp yüzdüğüm suyun içinde neler olabileceğini düşünmek pek de motive edici değildi doğrusu.
Su soğuktu (15.7 °C) ama üşümüyordum, bu iyiye işaretti. Öte yandan, hiç de Göcek’te Bodrum’da Bozcaada’da alışık olduğunuz mis gibi deniz değildi. Pis, garip bir kokusu var ve korkunç derecede tuzlu. Her nefes alışımda “su yutmamalıyım, yoksa Seda gibi hastalanabilirim” diye kendi kendime tekrarlıyordum. Su ağzımı ve boğazımı yakıyordu. Daha önce açık deniz yarışlarında dalgaya maruz kaldığım olmuştu ancak 70 cm. dalgada hiç bu kadar uzun süre yüzmemiştim. Dalgalarla bir alçalıp bir yükselmek, bir yandan da sular başımı aşarken ağzımı kapalı tutup su yutmamaya çalışmak zordu. Normalde çift taraftan nefes alırım ama bu dalgada hep sola, tekneye bakarak yüzüyordum. Başımı sağa çevirip de dalgaları yüzüme yeme ihtimalini aklıma bile getirmedim. Hep soldan nefes aldığımda yüzme stilim bozuldu, vücudumu düz tutmakta zorlandığım için de belim ağrımaya başladı. En iyi şartlarda en az üç kez daha bu şekilde, üstelik geceye de denk gelerek yüzeceğimi aklıma getirdim ve içimi bir ümitsizlik kapladı. Gözüm arkadaşlarımın bana tutacağı tabelada kaç dakika kaldığını görmek için sürekli teknedeydi.
Günışığı 45 dakika kaldığını gösterdiğinde yıkıldım. Halbuki en az 30 dakikadır bu eziyete katlandığıma emindim. Suyla boğuşmayı bırakıp olanı kabullenmeye ve anı yaşamaya karar verdim. Ama hiç karar verdiğim gibi olmadı. Sürekli ya İstanbul’daydım ya da geçiş sonrasını hayal ediyordum. Son 20 dakikada üşümeye başladım ve “bu şekilde yüzmeyi daha ne kadar devam ettirebilirim” diye endişelendim. Aklıma Seda geldi. Güvertede bir hareketlenme vardı. Sedayı kaldırıp yüzmeye hazırladıklarını tahmin ettim. Gözlemci eğilmiş Seda’nın durumunu kontrol ediyordu. “Ya kalkamazsa, ya suya giremezse…” İşte o zaman her şey bitecek ve geri dönmek zorunda kalacaktık. İki hafta önce dört kişilik “Sisters of Swimming” ekibi ile Manş’ı geçen İngiliz arkadaşımız Christine Bradley’yi hatırladım. 20 saat dalgalar, deniz tutması, soğuk ve rüzgarla mücadele edip başarmışlardı. “Never give up” tek tavsiyesi olmuştu. “Seda şu an kesin bunu düşünüyordur. Başaracak ve kalkıp yüzecek” dedim kendi kendime ve yüzmeye devam ettim.
Son 10 dakika eşimi, çocuklarımı, işimi, hastalarımı ve iş arkadaşlarımı düşündüm. “Ne kadar sakin ve huzurlu bir hayatım var, ben burada ne yapıyorum” diye kendi kendime söylenirken, son beş dakika kaldığında Seda’yı yattığı yerden kaldırma çabalarını farkettim. Seda’yı ayakta gördüğümde ise mutluluğumu tarif edemem. Sirenle beraber kendini suya atışı ve sanki biraz önce yere yapışmış yatan kendisi değilmiş gibi kuvvetli yüzüşü beni hiç şaşırtmadı, “işte bu Seda” dedim. Tanıdığım en güçlü ve inatçı kadınlardan biri. Tanıdığım en güçlü diğer iki kadın da onun yanında teknedeydi zaten.
Dalgalar nedeniyle tekneye çıkmam biraz zor oldu. Aldığım ilaçlar nedeniyle başım da fena dönüyordu. Bir sonraki doz zamanı iki yerine bir tablet almanın en doğrusu olduğuna karar verdim. O sırada Sinemin de, Seda kadar olmasa da rahatsız olduğunu farkettim. Sırası geldiğinde kararlı bir şekilde tekneden atladı ve o karakteristik güçlü yüzüşü ile ilerlemeye başladı. Bir ufak not: Sinem’in her yüzüşünde kaptanın “very strong swimmer” övgülerini onun adına memnuniyetle kabul ettim.
Dedim ya, benim takım arkadaşlarım hayatta tanıdığım en güçlü kadınlar. Deniz tutmasına rağmen ikinci turlar da sorunsuz bir şekilde devam etti.
İkinci turun sonuna doğru hava yavaş yavaş kararmaya başlayınca, gözlüğümüzün lastiğine ve mayomuzun arkasına takılıp gece denizde farkedilebilmemizi sağlayacak yanıp sönen yeşil ışıklarımızı hazırladık. Ben 19:52’de suya girerken etraf hala aydınlık olduğundan bana takmadık. Ancak benden sonra suya atlayacak olan Seda için hazırlayıp suya atlamadan gözlemciye emanet ettim.
Manş geçişimiz sırasında farkettik ki, bizim giyinip soyunmamıza, beslenmemize, dinlenmemize, karanlıkta farkedilmemizi sağlayan ışıklarımızı takmamıza yardım edecek, yüzen kişiyi motive edecek, kaç dakika yüzme süresi kaldığını gösterecek, ilaçlarımızı verecek, kısacası bizi çekip çevirecek en az bir kişiye teknede ihtiyaç vardı. Standart bayrak takımı altı kişiden oluşuyor. Ancak biz dört kişi olduğumuz için yüzme sıramız çok çabuk geliyordu. Yüzmesini tamamlayan kişi hızla sonraki yüzüşü için kuru mayosunu giymek, ısınmak, beslenmek ve diğer yandan da takım arkadaşlarına saydığım desteği vermek zorundaydı. İşte tam burada gerçek takım ruhu ortaya çıktı. Birbirimizin tüm eksiklerini kapattık, ihtiyaçlarını tamamladık. Herşey o kadar güzel ve sorunsuz ilerledi ki…
Kaptan benim sıram için son iki dakikayı haber verdiğinde üstümdeki montu çıkarıp mayoyla kaldığımda “bu soğuk suya girmek istemiyorum” dedim kendime.. Siren çaldığında bu hissin üstesinden gelmiş olarak kararmaya başlamış su kütlesine atladım. Günışığı ile yer değiştirdik ve o tekneye çıktı. Teknenin yanında yüzmeye başladığımda isteksizliğim tamamen gitmişti. İlginç bir şekilde su daha sıcak geldi bana. Sürem bir öncekinden çok daha hızlı uçup gitti. Son 10 dakika gözüm yine Seda’daydı. Her kulaçta teknede olanları takip etmeye çalışıyordum. Yine Seda hazırlandı ve sirenle beraber suya atladı. Ve üçüncü turumuz başlamış oldu.
Yüzerken birkaç deniz anasıyla çarpışmıştım ama Günışığı’na tekrar sıra geldiğinde tam anlamıyla bir sürünün arasına daldığımızı farkettim.
Günışığı’nın etrafı deniz analarıyla çevriliydi. Teknenin projektöründen beyaz beyaz parlıyorlardı. Dakikalardır ilerliyor olmamıza rağmen yoğunlukları da azalmıyordu. Gece kapkaranlık ve buz gibi bir deniz düşünün. Kulacınızı attığınız yeri göremiyorsunuz ve her kulacınızda deniz anaları size değiyor. Dalayıp canınızı yakmasalar bile denizde karanlıkta kendinden başka bir canlıya dokunmak pek hoş bir his değil. Günışığı’nın azmine ve cesaretine hayranım. 18 yaşından beri yüzüyor, açık deniz yarışlarına katılıyor ama o anda hayatında hiç tecrübe etmediği, ancak çok korktuğu bir gerçekle yüzyüzeydi: deniz analarıyla kaplı karanlık ve buz gibi bir deniz. Kısa bir süre sonra sakinleşti, kararlı bir şekilde başını deniz anaları ile kaplu suya gömerek serbest yüzmeye başladı. Süresi dolana kadar da aslanlar gibi yüzdü. Günışığı’nın çıkıp benim gireceğim sırada deniz anaları seyrekleşmeye başladı. Bir daha da hiç o kadar yoğun bir denizanası popülasyonuna rastlamadık.
Üçüncü turun son yüzücüsü olarak 23:52’de zifiri karanlık suyun içine atlamadan önceki son 30 saniyede yine “neden burdayım?” diye sordum kendime, cevabını bilmiyordum. Ve suya atladım. İlginç bir şekilde korkmuyordum. Tekneyle aynı hizaya geldim. Her kulaçta solumda tekneyi ve teknede gözlemciyi görmeye çalışarak yüzmeye başladım. Bu turda da dalgalar yüksekti. Altımda simsiyah saten bir çarşaf gibi deniz, başımı sudan her çıkardığımda yıldızlarla kaplı gökyüzü. Çocukluğumun Küçükkuyu sahillerinde elektrik yoktu ve gökyüzü aynen böyle görünürdü. Derken, ayı farkettim. “Acaba Hasan da bu aya bakıyor mudur şimdi ?” diye düşündüm.
Soğuk olmasına rağmen hiç bir rahatsızlık duymuyordum. Üşüme, korku, sürem ne zaman bitecek beklentisi… Hiçbiri yoktu. İçinde bulunduğum durumla ilgili iyi ya da kötü herhangi bir yargılamam yoktu. Tam bir teslimiyet içindeydim. Olan her ne ise oydu ve ben mücadele etmiyor, olanı yargıda bulunmadan kabul edip kulaç atmaya devam ediyordum. Aklıma gecenin kör karanlığında derme çatma tekneleri Ege’nin sularına gömülen mülteciler geldi. Soğuksa soğuk, karanlıksa karanlık, uçsuz bucaksız denizse uçsuz bucaksız deniz… Hayatta kalma mücadelesi… Yüzme bilmeyenler için bir kaç dakika, bilenler ya da tutunacak bir can simidi bulabilenler için kurtulana kadar belki de günler sürecek bir çile. Deniz, gökteki yıldızlar, ay, Hasan, sulara gömülen mülteciler ve ben bir olduk.
Dördüncü turda benim sıram 3:52’de geldi. Artık deniz neredeyse dümdüzdü. Yavaş yavaş bir kızıllık karanlığı bölmeye başlamıştı. Yüzdükçe gecenin karanlığı azalıp yerini aydınlığa bıraktı. Tıpkı Bülent Ortaçgil’in o çok sevdiğim şarkısında olduğu gibi: “Yüzünü dökme küçük kız” diye başlıyor ve “her siyahın bir beyazı, gecelerin gündüzü de vardır…” diye bir nakaratı var. Bir ‘flashback’ canlanıyor belleğimde… Ortaokuldaki ben, Çatalçeşme’de Bülent Bey’in ve Fikret Kızılok’un Çekirdek Sanatevi’ndeyim. Burada benim gibi öğrencilerine gitar dersi verdiği, içinde kendinizi ana rahminde gibi huzurlu hissettiğiniz küçük siyah duvarlı bir odadayım. Bu sefer gün ağarırken o huzurlu odada gitar çalan 15 yaşındaki Sadiye, uçsuz bucaksız karanlık denizin içinde bir sağ kulaç bir sol kulaç ilerleyen 43 yaşındaki Sadiye, siyah ve beyaz, gece ve gündüz, Ege Denizi’nde tekneleri sulara gömülen mülteciler ve aklımdan hiç çıkmayan Hasan hep beraberiz ve biriz. Birlik ve teslimiyet/tevekkül duygusunu evimden yurdumdan bu kadar uzakta, boğuşmaya ve yenmeye geldiğim canavarımın, Manş’ın kollarında bulacağım hiç aklıma gelmemişti.
Sirenle beraber Seda ile yer değişiyoruz. Artık daha iyi görünüyor ve onun için endişelenmeyi bırakıyorum.
Yorgunum.. Gerekirse beşinci turda da bir saat daha mecbur yüzeceğim ama, hiç içimden gelmiyor.. Tek istediğim birazcık kıvrılıp uyumak. Uzandığım yerden kaptanın Sinem’e karaya bir an önce çıkmak istiyorsak sıkı yüzmesi gerektiğini söylediğini duyuyorum. Sinem’e güveniyorum. Gözlerimi kaparken “Sinem yapar. O kadar güçlü yüzüyor ki…” diyorum kendi kendime.
İstem dışı olarak ve sıkı geçen gecenin sonunda ilk defa bir kaç dakikalığına dalmışken, kaptan uyandırdı: “Fransa’ya geldik.”. Bravo Sinem, akıntıyı yarıp geçmiş. Kaptanın izin vermesiyle, son 200 metrede Sinem’in arkasından hepimiz denize atlıyoruz ve onun peşine takılıyoruz. Deniz sıcacık ve artık dümdüz. Uçsuz bucaksız ve ıssız bir kumsala doğru kulaç atıyoruz. O kadar absürd, bir gün önce ve gece yaşadıklarımızla o kadar tezat ki… İnanılmaz bir huzur ve yumuşaklık var. Gerçeküstü… Saat 06:44…
Önce Sinem çıkıyor karaya. Ellerini kaldırıyor ve kaptan yüzüşümüzü başarıyla tamamladığımızı müjdeleyen sirenle bizi selamlıyor. Sarmaş dolaş oluyoruz sahilde ve yanımızdaki Türk bayrağını açıyoruz gururla. Uzaktan bir adam iki köpeğiyle yürüyerek yanımıza geliyor. Halimizden Manş’ı yüzerek geçtiğimizi anlıyor. “Nerelisiniz?” diye soruyor. “Türküz” derken gözlerimiz doluyor…
Sonra aklımıza hatıra çakıl taşları geliyor. Ne de olsa İngiltere’den Fransa’ya bu taşları avcumuza almak hayali ile yüzmedik mi? Hemen sahilden bir kaç adet toplayıp teknemize geri yüzüyoruz. Teknede ekipçe alkışlarla karşılanıyoruz, kutlamaları kabul ediyoruz. Manş’ı dört kadın omuz omuza yüzerek geçmenin verdiği mutluluk ve tatlı yorgunluk’la tekneyle Dover’e geri dönüyoruz.
Kadınları yaşamın her alanında destekleyen sponsorumuz TeknoSA ailesine Manş geçişi öncesi bir yıllık hazırlık süreci, Malta Adam Walker Açık Deniz Kampı ve Manş geçişi sırasında verdiği destek için şükranlarımızı sunuyoruz.
Sevgili arkadasım Sadiye tekrar bravo , ama benim ne işim var burada be acaba Hasan da Ay’ı görüyormudur ? Beni güldürdü ! Ama kendi seni yerine koyunca gecenin karanlığımda deniz anaları , iğrenç mide bulantısı ve kusma hissi ben dayanamazdım. Tekrar tekrar tebrikler . Seninle gurur duyduk arkadaşım
Çok teşekkürler Sevgili Cenk. Güldürebildiysem ne mutlu bana 🙂 Ama inan aya artık çok daha farklı bir gözle bakıyorum.
Azmin Zaferi. Eşsiz bir deneyim. Yüreğinizi koymuşsunuz. Cesaretiniz önünde saygıyla eğiliyorum. Tebrikler, sevgiler.
Onur
Çok teşekkür ederiz desteğiniz için 🙂 Sevgiler
Hocam Gerçekten Cesaret ve kararlılıkla herşeyin aşılabildiğini gösteren Çok güzel bi deneyim olmuş. Yazınızı okumak Müthiş Keyifliydi. Teşekkürler 🙂
Çok teşekkür ederiz.. 🙂