Başlamadan önce:
Defne ve Mithat, sizi çoook özledik. Sıcacık kocaman kucaklıyoruz sizi.
Cogne ve Lillaz
Cogne vadisindeki son günümüz. Gezinin devamı için ne yazık ki beklentimizi fazlasıyla yükseltmiş olan otelimiz “Notre Maison” ile vedalaşıyoruz. Not: Victor Hugo’nun “evimiz” adlı şirin, sıcacık bir şiirinden ilham alınarak verilmiş bir ismi var.
Cogne kasabasından yola çıkıp vadide sıkı bir sabah yürüyüşü ile güne başlıyoruz. Daha sonra araba ile Cogne kasabasından 3 km yukarıdaki Lillaz’a varıyoruz. Lillaz şelalesi nedeniyle mutlaka görülmesi gereken bir yer. Şelaleye çok da zor olmayan bir tırmanışla varılıyor. Su debisinin ilkbahara göre oldukça azalmış olduğu belli.
Oldukça acıkmış olarak Cogne kasabasına varıyoruz. Sürpriiiiz! Siesta zamanı her yer kapalı. Sokaklarda kimsecikler kalmamış. Peynir ekmek bile alamadan yola çıkıyoruz. L Gelişmekte olan bir ülkenin insanları olarak yıllardır nefes almadan “survival mode”da deli gibi çalışıyoruz. Dünyanın başka bir yerlerinde hayatın alabildiğine yavaş aktığını farkettiğimizde ise insan ciddi olarak doğrusunun hangisi olduğunu merak ediyor.
Pondel Ravine
Cogne vadisinin Aosta vadisine bağlanmasından hemen önce 3. yüzyıldan kalma devasa Roma su köprüsünü de ziyaret ediyoruz. İlk bakışta vadi üzerinde bir köprü gibi duran yapının aslında açık olan üst kısmının vadinin bir ucundan diğer ucuna su taşımak için, bir alt katta kapalı 1 m genişliğinde tünel şeklindeki kapalı kısmının ise insan geçişi için olduğunu öğreniyoruz. Biz ziyaret ettiğimizde sıkı bir restorasyon çalışması devam ediyordu.
Pila
Alpleri karşıdan seyredebileceğimiz Pila tepesine doğru araba ile 18 km tırmanıyoruz. Arkanızı Pilaya dönüğünüzde manzara nefes kesici. Monte Rose ve Matthertone tepeleri tam karşımızda. Ama Pila bir facia. Tamamen kayak sporu üzerine kurulu, betonla örülmüş ve olabildiğince çirkinleştirilmiş. Demek ki doğayı zaman zaman İtalyanlar da katledebiliyormuş. Arkamıza bakmadan kaçıyoruz. Özet: Alplerde Pila’ya uğramazsanız hiçbir şey kaçırmazsınız (kayak sezonu dışında)…
Magdeleine
Aosta vadisine inip doğuya doğru 1 saat yol aldıktan sonra Chatillon kasabasına ulaşıyoruz. Chatillon’dan sonra Heidi ve Peter’in köyünü aratmayacak bir manzara eşliğinde Magdeleine adında küçük bir dağ köyüne çıkıyoruz.
Yol üzerinde çan kulesi 13. yüzyıldan kalma küçük bir dağ kasabasından geçip kıvrıla kıvrıla Magdeleine’e ulaşıyoruz. Yükseklik 1700 metre. Bir tanecik açık otel bulup, odanın temiz olmasıyla yetinip yerleşiyoruz. Buraya gelme sebebimiz olan tarihi 8 değirmenini dolaşıyoruz.
Tahminimizden daha ufak olan bu değirmenlerin içleri gezilemiyor. Aynı su yolu üzerinde dağın eteklerine kurulmuş sıra sıra 8 küçük değirmen. Köy içinde de küçük bir tur atıp gün batımının tadını çıkarıyoruz. Ölü sezon nedeniyle açık olan tek otel olan otelimize ulaştığımızda güneşin batmasıyla sıcaklığın ne kadar düştüğünü fark ediyoruz. Ekime kadar ısıtıcıların çalıştırılmayacağını, havanın zaten o kadar da soğuk olmadığını söyleyen otel sahibesine veda edip tekrar vadi içine iniyoruz. Önümüze çıkan ilk büyük yerleşim bölgesi olan St. Vincent’da bir otele kapağı atıyoruz.
Üşümüşüz, çok yürümüşüz, açız. Sinirler hafiften geriliyor. Ama yemek hepsinin ilacı oluyor. Bir de limoncello sorbe, tamam.
Sıra yarının programını yapmakta. En önemlisi de işi şansa bırakmayıp şimdiden yarın gece kalacağımız oteli seçmek.. Görüşmek üzere…